Zaten bir üyeliğiniz mevcut mu ? Giriş yapın
Süleymaniye Kürsüsünde Şiiri, Mehmet Akif tarafından kaleme alınan ve 1912 yılında
yayımlanan uzun bir şiirdir. Mehmet Akif Ersoy’un Safahat ismi ile bilinen ve dokuz şiir
kitabından teşekkül eden külliyatının ikinci kitabını Süleymaniye Kürsüsünde isimli manzum
eseri oluşturmaktadır. İslamcılık fikrinin ağır bastığı eser, o dönemin sosyal, toplumsal ve
fikri yapısını açıkça ortaya sermektedir. Her kesimden insanı dizelerine taşıyan Mehmet Akif
eleştirel bir tavırla dönemi anlatmıştır. Ayrıca eserinde İslam dünyasının genel çerçevesini
çizen yazar yaptığı seyahatlerden bahsederek eserinde karşılaştırmalı bir üsluba yer
vermiştir. Bu yazımda şiirde bahsedilen Japon milletinin ve Hintli gençlerin İslam aleminin
içinde bulunduğu vaziyet karşısında daha iyimser ve daha ümitvar özelliklere sahip olarak
anlatılmasını karşılaştırmalı bir şekilde değerlendireceğim.
Şiirin geneline bakıldığında hemen hemen her satırda rastlanan sorun, İslam dünyasında
yer alan gençlerin gittikçe İslam’dan uzaklaşması ve buna bağlı olarak toplumda yaşanan
çözülmeler ve milletin içine düşmüş olduğu kötü vaziyettir. Yazar, satırlarında büyük ve
küçük kültür olarak değerlendirdiğimiz kesimlerden her zümreyi İslam’dan uzaklaşmakla
itham etmiş ve yaptığı eleştirilerde bunu net bir şekilde ortaya koymuştur. Eserde İslam
dünyası hakkında oldukça karamsar olan yazar ilginçtir ki Japonya ve Hindistan hakkında
oldukça ümitvar bir tutum sergilemiştir. Japon milletinin ahlaklı davranışları yazarı etkilemiş
ve onların iyi özelliklerini dizelerin taşımasına sebep olmuştur. Japon milleti hakkında eksik
olan tek şeyin tevhid olduğunu düşünen Mehmet Akif Ersoy, onların İslam’la tanıştığı
takdirde çok daha büyük işler yapacağı kanaatindedir.
Diğer yandan şiirde sıkça vurgulanan ahlak yozlaşmasının o dönemde Japonya’da henüz
daha görünmeyen bir toplumsal özellik olması yazarı oldukça cezbetmiş görünmektedir.
Japonların sahip olduğu doğruluk, vefa, çalışkanlık, aza kanaat gibi meziyetleri, o dönemde
İslam dünyasında azalmış ve bir ihtiyaç haline dönüşmüştür. Bir bakıma Müslüman olmayan
bir milleti İslam alemi karşısına örnek olarak çıkarması yazarın yapmak istediği ahlak
vurgusu açısından oldukça önemlidir. Belki de böyle bir karşılaştırma ve örneklendirme
İslam dünyasında yer alan gençlerin uyanışı ve kendi özlerine dönüşünün bir emaresi
olabilmesi için kaleme alınmıştır.
Mehmet Akif Ersoy’un eserinde bahsetmiş olduğu milletlerden bir diğeri Hint milletidir.
Japonya’da olduğu gibi burada da Hintli gençlerin takdire şayan bir ahlaka sahip olduklarının
altı çizilmiştir. Osmanlı gençleriyle bir nevi karşılaştırmaya tabi tutulan Hintli gençler onlara
göre daha büyük hissiyatlara sahiptir. Bu noktada yazar, Hintlilerin yalnızca Batı’nın bilimini
aldıklarını ve Batı’nın kültüründen uzak kalarak ahlaklarına herhangi bir zarar vermeden
bunu gerçekleştirdiklerinin altını çizmiştir. Özellikle Hintli alimleri öven Mehmet Akif
Ersoy, birçok dizesinde İslam alimlerine eleştirilerde de bulunmayı ihmal etmemiştir. Hatta
yazar daha da ileriye giderek Hintlilerin sahip olduğu İslami değerlerin Türklerin sahip
olduğu değerlerle kıyas götürmeyeceğini iddia etmiştir.
Özet olarak diyebiliriz ki Mehmet Akif Ersoy gerçekleştirmiş olduğu seyahatleri
panoramik bir bakış açısıyla şiirinin dizelerine eleştirel bir üslupla taşımıştır. Dizelere ayrı
ayrı bakıldığında İslam dünyası ve diğer milletler arasında belirli bir karşılaştırma izine
rastlamak mümkün değildir. Ancak şiiri bir bütün olarak ele aldığımızda ise İslam alemi ve
Japonya, Hindistan gibi ülkeler arasında karşılaştırma yapıldığı açıktır. Bu denli bir
karşılaştırma o dönemin toplumsal ve ahlaki yapısını okuyucuya verirken aynı zamanda
İslam dünyasına örnek teşkil etmesi açısından önemlidir.
Neler Öğreneceğiz?
Bir de İstanbul’a geldim ki: bütün çarşı, pazar
Naradan çalkanıyor, öyle ya… Hürriyet var!
Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… doğru:
Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.
Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının;
Kafalar tütsülü hülya ile, gözler kızgın;
Sanki zincirdekiler hep boşanır zincirden,
Yıkıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!
Zurnalar şehr ahalisini takmış peşine;
Yedisinden tutarak ta dayanın yetmişine!
Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli,
En ağır başlısının bir zili eksik, belli!
Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!
Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak
-Yaşasın
-Kim yaşasın?
-Ömrü olan.
Şak! Şak! Şak!
Ne devairde hükümet, ne ahalide bir iş!
Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş.
Çamlıbel sanki şehir, zabıta yok, rabıta yok;
Aksa kan sel gibi, dindirecek vasıta yok.
‘Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı’
Diye mekteblilerin mektebi tekmil kapalı!
İlmi tazyik ile ta’lim, o da istibdad
Haydi öyleyse çocuklar, ebediyyen azad.
Nutka gelmiş öte dursun hocalar bir yandan…
Sahneden sahneye koşmakta bütün şakirdan.
Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa,
Hep ağızlar deşilip, kimde ne cevher varsa,
Saçıyor ortaya, ister temiz, ister kirli;
Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli.
Dalkavuk devri değil, eski kasaid yerine
Üdebanız ana-avrat sövüyor birbirine.
Türlü adlarla çıkan namütenahi gazete,
Ayrılık tohumunu bol bol atıyor memlekete.
İt yetiştirmek için toprağı gayet münbit
Bularak fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it
Yürüyor dine beş on maskara, alkışlanıyor,
Nesl-i hazır bunu hürriyet-i vicdan sanıyor.
Kadın erkek koşuyor borc ederek Avrupa’ya…
Sapa düşmekte bizim şıklara, zannım Asya.
Hakka tevfiz ile üç dane yetişmiş kızını,
Taşıyanlar bile varmış, buradan baldızını…
Analık ilmi için Paris’e, yüksünmeyerek…
Yük ağır, ecri de nisbetle azim olsa gerek.
Bu yazımızı okudunuz mu?
İlklerin Atası Şinasi: Hayatı ve Eserleri | Edebiyatın Kalbi
Yorum Yaz